Kooperatif denince ilk akla gelen tarımsal amaçlı kooperatifler oluyor. Türkiye’de tarımın iflasın eşiğine gelmesiyle, üretici de ayakta kalabilmek için birlikte durma ihtiyacını daha fazla hissediyor. Ülkemizde topraklarında hem kurumsal bir geçmişe hem de bundan çok daha derin bir kültürel köke sahip olan kooperatifler yeniden canlanıyor. Kooperatifçiliğin köylüye derman olmasını zorlaştıran etkenleri aşmak, mevcut yapıyı daha dinamik ve işlevli hâle getirmek bu durumda daha da önem kazanıyor. Tüm bunları, Köy-Koop yöneticisi Neptün Soyer’le konuştuk.
“Biz imece ruhunu, kültürünü kaybetmişiz. Oysaki kooperatifler bunun ta kendisi. Dolayısıyla kendi örgütlenme anlayışına da baştan aşağı bu ruhun sirayet etmiş olması lazım. Biz biraz bunu kaybetmişiz, bir arada iş yapabilmeyi, bir arada üretmeyi… Ben değil biz demeyi unutmuşuz. Onun yeniden gelişmesi gerekiyor.”
– Köylünün neden kooperatife ihtiyacı var?
Neptün Soyer: Çok klasik ve basit bir cevap vereyim. Örneğin Seferihisar’da Gödence köyümüz… Dededen kalma arazilerinde zeytincilik yapacaklar, zeytinyağı üretecekler. Şehre uzaklar, arazilerinde zeytini bir arada toplamaları mı onlara ekonomik fayda sağlar ve hayatlarını kolaylaştırır; yoksa herkes kendi başına traktörünü alsın, şehre gitsin gelsin, herkes kendi işini kendisi görsün, böylesi mi kolay? Tabii ki birincisi. Dolayısıyla bir araya gelmeleri, üretimlerini ortak bir halde yapmaları gerekiyor. Kooperatifçilik o yüzden dünyanın her yerinde, hele de bizim gibi tarım arazilerinin küçük ve parçalı yapıda olduğu yerlerde, köylü için bir mecburiyet. Zaten bir araya gelmek zorundasınız. O yüzden köylerde küçük üreticiler için, aile çiftçileri için çok önemli kooperatifçilik.
– Bu küçük üreticilerin Türkiye’deki tarımsal üretimdeki ağırlığı ne?
– Sayısal bir oran olarak ezberden bir şey söylemeyeyim şu an. Ama sayısal öneminden daha fazladır üretimdeki ve kültürdeki önemi. Öyle ki aile çiftçileri üretimden vazgeçerse kentlinin sofrası boş kalır. Aile çiftçisinin sadece kendisini doyuran bir üretimin ötesinde bir kapasitesi var. Tabii ki tarımsal sanayiyi büyütmemiz lazım. Hele de dünyayla rekabet edecekseniz tabii ki büyük ölçekli üretimi gerçekleştirmek lazım. Ama küçük üreticiyi ve aile çiftçiliğini yok sayan, korumayan, geliştirmeyen bir tarımsal kalkınma Türkiye için gerçek dışıdır.
– Kooperatifler aile çiftçilerinin rekabet şartlarında büyük ölçekli tarım karşısında ayakta kalabilmesi için de önemli o halde?
– Aynen öyle, bir araya gelerek siz de bir güç oluşturuyorsunuz. Sizin beş tane, öbürünün on tane ineği varken, sütünüzü beraber toplayıp, maliyetleri beraberce karşılayıp, bir birlik çatısı altında sanayicinin karşısına çıkmazsanız ne yapabilirsiniz ki? Beş ineğinizin sütü, git gel mazot parasını karşılamaz. O yüzden çok kıymetli ve vazgeçilmezdir kooperatifçilik küçük üretici için.
Tarım kooperatifleri çok yaygın ama dağınık
– Türkiye’de tarımsal kalkınma kooperatiflerinin yapısı nasıl peki, bu ihtiyacı karşılayacak ölçekte yaygın mı?
– Yaygın ama çok parçalı ve dağınık. Kendimizden örnek vereyim. Biz Köy-Koop olarak 13 ilde faaliyet gösteriyoruz. Çatımız altında 1500 bağlı kooperatifimiz var. Aşağı yukarı her kooperatifimizin 100 ortağı var, 150 bin ortak…
– 150 bin hane yani…
– Bunu da kabaca çarpın bir hanede kaç kişi varsa, sadece Köy-Koop’un, yaşamını tarımsal üretim sayesinde sürdüren kaç kişinin hayatında yeri olduğunu görürsünüz. Yani kooperatifler ve birlikler çok yaygın ama bir o kadar da dağınık. Yeterince işlevli olmamasında bir etken de bu. Parçalanmış bir yapı ve bağlı olduğu parçalı bir mevzuat söz konusu. Sadece çok amaçlı tarımsal kalkınma kooperatifleri değil söz konusu olan. Hayvan kooperatifleri, süt birlikleri var aynı kanundan yükümlü olan ve çok amaçlı tarımsal kooperatifler gibi çalışan. Dolayısıyla bunların hepsi toplamda büyük bir nüfusu kapsıyor.
Ama dediğim gibi çok dağınığız ve işlevler de karışmış dolayısıyla. Biz sadece küçük köylerde aile çifçileriyle bir şeyler yapmaya kalkarken bir yanda süt birlikleri kurulmuş, damızlık birlikleri kurulmuş. Ticari amaçla kurulmamış olan, hayvan sayısı, düve sayısı gibi envanter çıkarma, küpeleme, hayvan sağlığı ile uğraşma gibi işlevlerle kurulmuş yapılar bunlar. Ama yasada “kendi üyelerinin amaçları için ticaret yapabilirler” gibi muğlak bir ifade var. Bunlar hemen iktisadi bir işletme kurmuşlar, süt topluyorlar, satıyorlar, ticaret yapıyorlar. Hukukun lastikli yapısı içerisinde benzer işlevleri üstlenen değişik yapılar ortaya çıkmış ve bunların hepsi aynı dağınık mevzuatta faaliyet gösteriyor.
Bu yapı doğru değil ve tamamen üreticiye, küçük aile işletmelerine zarar veriyor. Üretici ne yapsın, bir yandan hayvan kooperatiflerine üye ol deniliyor. Bir yandan bize ortaklar. Bir yandan hayvanlarının sağlığı için damızlık birliğine üye oluyorlar. Üstelik hiçbirinden de doğru düzgün hizmet alamıyorlar, sonunda birlik fikrinden tümüyle kopuyorlar. Ben Köy-Koop olarak en iyi hizmeti biz veriyoruz, diğerleri kötü demiyorum. Öyle bir şey yok. Yapı bozuk.
Üç ayrı kanun, üç ayrı Bakanlık Türkiye’de kooperatifçilikle ilgili söz sahibi. Bu karmaşadan iyi bir şey çıkması çok zor. Biz Avrupa’dan, Afrika’dan, Amerika’dan diğer ülkelerdeki kooperatifçiliği inceliyoruz. Almanya’da Kooperatifler Konfederasyonu diye bir yapı var, onlarla bir ortak çalışmamız var. Bakıyoruz ki Almanya’da tarımsal kalkınma kooperatiflerinin muhattap olduğu bir tane bakanlık bile yok. Bunların tamamen dışında bir denetleme kurulu kurmuşlar, kooperatifleri bu denetliyor. Tek yasa var ve bakanlıklarla, hükümetle hiçbir bağları yok.
Bize dönüyoruz. Kooperatifçilik dendiğinde üç ayrı bakanlık devreye giriyor, yapı kooperatiflerinden dolayı Şehircilik Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı. Üç tane bakanlık, üç ayrı yasa ve mevzuat. Hal ile ilgili bir sorun için Ticaret Bakanlığı’na gidiyoruz. Hayvanlarla, bitkilerle ilgili bir şey için Tarım Bakanlığı’na. Bitkimizi halde satacaksak kime gideceğiz, ikisine de…
– Şöyle özetlemek mümkün mü; kooperatifler köylünün yakıcı bir ihtiyacı ama bazı yapısal sorunlar nedeniyle yeterince işlevli olamıyorlar?
– Temelde doğru ama sonuca bakarsak o kadar acımasız olmamak lazım. Yetersiz kaldığımız noktalar var muhakkak ama aslında yine de kooperatifler yapıyor işi. Baktığınızda, köylerde yapılan bütün çalışmalar gene tarımsal kooperatiflerden yürüyor. Bir tarafta biz, bir tarafta hayvan kooperatifleri. Daha da geriye gidin. Zeytinyağı, üzüm, incir denince akla Tariş geliyor. Onun daha gerisine gidince memleket sandıkları, Osmanlı’dan sonra Atatürk’ün kurduğu ve kendisinin ilk üyesi olduğu tarım kredi kooperatifleri… Böylesine köklü bir yeri var kooperatiflerin köylünün yaşamında.
Tarım Kredi Kooperatifleri bu amaçla, köylünün örgütlenmesiyle kuruluyor. Ama şu an bence amacına hizmet etmeyen bir çizgide. Temel işlevlerinden birisi köylünün yem gibi, gübre gibi bir takım girdilerini uygun şartlarda tedarik etmesini sağlamakken ithal yem satan bir durumda. Atatürk’ün şu an kemikleri sızlıyordur. Keza Damızlık Hayvan Birlikleri Bulgaristan’dan saman getiriyor. Bizim meralarımız, bizim otlarımız ne güne duruyor. Bunlar ülkenin tarım politikalarıyla ilgili elbette. Bu şartlarda bizim tarımsal kalkınma kooperatiflerimiz oldukça iyi mücadele ediyor aslında.
Aslolan imece kültürü…
– Saydığınız faktörler kooperatiflerin verimli çalışmasını zorlaştırıyor ama bir de kooperatiflerin iç sorunları var herhalde. Dışarıdan bakınca donuklaşmış, kendisini yenilemekten uzak yapılar olarak görünüyorlar.
– Kendisini yenileyebilen yapılar olması konusunda haklısınız belki, burada bir zayıflık olabilir. Ama esas iç zayıflık ne biliyor musunuz? Biz bu imece ruhunu, kültürünü kaybetmişiz. Oysaki kooperatifler bunun ta kendisi. Dolayısıyla kendi örgütlenme anlayışına da baştan aşağı bu ruhun sirayet etmiş olması lazım. Biz biraz bunu kaybetmişiz, bir arada iş yapabilmeyi, bir arada üretmeyi… Ben değil biz demeyi unutmuşuz. Onun yeniden gelişmesi gerekiyor.
Kooperatifler bunu yeşertmeli, diri tutmalı. Elbette ki kendi içinden, kendi iç işleyişinden başlayarak olabilir bu.
– Köy-Koop yönetiminde kooperatiflerin ve Türk tarımının geneline bakma imkanınız da olmuştur. Nasıl görünüyor?
– Tarımla ilgili sorumluluk üstlenen biri olarak, yüksek üretim maliyetleriyle boğuşan, kendini güvende hissettirecek bir devlet desteğinden yoksun, aksine hükümetlerin tarıma zarar veren uygulamalarından zarar gören ve bu şartlarda ithal ürünlerle rekabet etmek zorunda bırakılan bir Türk tarımı görüyorum.
Ama çiftçimiz her şeye rağmen gene de kentleri doyuruyor, doyurma kapasitesine sahip. Kendini zaten doyurur, burada hiçbir sorunumuz yok. Tarım Bakanı şöyle bir şey söylemişti, “biz köylüyü ezmeyeceğiz, ezdirmeyeceğiz. Sanayiciyi küstürmeyeceğiz.” Neden “sanayiciyi küstürmeyeceğim” diyor. Demek ki küsen bir sanayicimiz var. Ama Türk çiftçisi hiçbir zaman küsmedi, küsmez. Çiftçimiz üretimden vazgeçmez ve buna dayanarak tarımın iyi bir yerlere geleceğini düşünüyorum.
– Köylümüz yaşadığı bereketli coğrafyanın hakkını veriyor yani?
– Veriyor tabii. Bizim talebimiz onun sesine kulak verilmesi, tarımın kaderini belirleyen kararlar alınırken tabandaki köylünün ne dediğinin biraz daha çok dinlenmesi.